Gülten Akın ve 'Hayatın Diyalektiğine Uygunluk'


Bu güz öleceğim 
Bütün işlerimi bitirdim 
Derede yıkandım 
Cevize tırmandım 
Kuş ürküttüm. 

Gülten Akın şiirinin 'his yapısı' olarak tanımlanabilecek temel olguyu nasıl açıklığa kavuşturabiliriz ve ondan ne öğrenebiliriz?

Biz bu soru üzerinde düşünüp Gülten Akın'ın dingin ve duru bir şekilde aramızdan ayrılmasının mahiyeti hakkında konuşurken en güzel ifadeyi yine bir şair bulmuş; Haydar Ergülen, Gülten Akın poetikasının halet-i ruhiyesini 'devrimci mahcubiyet' olarak ifade ediyor: "‘Devrimci mahcubiyet’, Gülten Akın’ın ve şiirinin ‘tavrı’dır... Akın’ın ilk şiirlerinden beri hüküm süren ‘olgun’ şiirinin kaynağında, bir ‘büyük şair tavrı’ olarak üç öge bulunmaktadır kanımca: Sessizlik, sakinlik ve sabır, ve bu üçünün oluşturduğu olgunluk. Belki de bu nedenle hiçbir zaman ‘genç şair’ olmamıştır Gülten Akın".

Hızlı ve tutkulu direnişçiye ilk bakışta 'kabul(lenme)' veya 'uzlaşma' diyerek azımsayacağı bir tutum gibi görünebilir belki ama burada aslolan red ve kabullerin birbiriyle karşı karşıya gelmesidir. Uzlaşacağın bir şey yoksa direnemenin anlamı yoktur; direnmek bir uzlaşma belirlenimi altındadır. Aksi halde kendinde kutsal bir olguya veya direnmek için direnmeye dönüşür. Bir tür 'hayatın diyalektiğine uygunluk' kaçıp gider. Gülten Akın'ın ve şiirinin tavrını Fazıl Hüsnü Dağlarca şiiri üzerine yazdığı şu duru ve derin cümleler çok iyi tanımlamıyor mu?

"Hayatın diyalektiğine uygunluk... bir denge ile... ama bu denge bir uyumun, bir durgunluğun dengesi midir? Değil. Sürekli bir hareketin, bir iç savaşın dengesidir". 

Yaşar Kemal ölüm döşeğindeyken -sanırım hashtag de yapılan- "diren" direnişçilikleri geliyor aklıma. Hepsi iyi niyetlidir şüphesiz. Biri sola vurmanın sırası değil derse bunu da anlarım ama en azından bazı solcuların metafizik sefaletine dair bir belirti mi acaba diye düşünmeden de edemiyorum.

Neye direniyor?

Direniş, bir kabulle belirlenim olarak hesaplaşmadığında yapay bir karşı çıkma oyununa dönüşür. 

Yapay ve hakikâtsiz bir dünyeviliği eleştirmek için tek gerçeğimizin ölüm olduğuna hükmeden filozofa inanmaya da gerek yok.

Ne şairi ne de yazarı olduğundan fazla gençleştirmeli.

Gülten Akın'ın ve şiirinin tavrı, içinde bulunulan deneyimin gerçekliğine hesaplaşmalı bir yerleşmeyle birlikte konumlanır. Mesela Attila İlhan şiiri üzerine yazarken, olabilecek en büyük incelikle, "Attila İlhan işçileri bırakmıyor, uyusunlar" diye yazar; eleştirir belki de 'ince'den. Çünkü işçi uyur, yani bilince sahip olmayabilir, sol yumruğunu kaldırmayabileceği gibi, egemenin kendi hakkındaki imajını içselleştirmiş olabilir; çoğu zaman da böyledir.

Gülten Akın şiirindeki his yapısı, muhtemelen, daha 1 Kasım günü, bir kategorik emperatif gibi kuralcı biçimde, hemen umutlanamaz (bir fenomene de dönüşen "enseyi karartmayalım"cılığı kastediyorum). Bunu bir kolaycılık, temelsiz ve zamansız biçimde havaya kalkmış bir sol yumruk, tarihe umudu ihya eden Hegelci-Marksist diyalektiğe ve teoriye haddinden fazla güven, hayatın diyalektiğine uygunsuzluk gibi görebilir. O gün o umutsuzluk deneyimini yaşar. (Hegelci-Marksist diyalektiğe yapılmış Kierkegaard aşısı?) Meşûm günü aklının tüm karamsarlığıyla geçiririken aynı zamanda olgun bir tavırla iyimser olabilecek bir iradenin koşullarını aramaya koyulur. Karamsar akıl ve iyimser irade birbiriyle çarpışır, biri diğeri karşısında belirlenir; bu hesaplaşmadan olgun bir 'direniş'in his yapısı çıkar...

4 Kasım 2015, New York

Popular Posts