Detachment


"And never I felt so deeply at one and the same time,
so detached from myself and so present in the world."
Albert Camus

Film bu Camus alıntısıyla başlayıp Poe'nun Usher Evinin Çöküşü'nden "insufferable groom" alıntısıyla bitiyor:

"Kalbimde bir soğukluk, bir çöküş, bir tiksinti hissettim."

Kişi bir yandan bu dünyanın saçma (absürd) ve değersiz olduğuna inanıp bir yandan da eylemde bulunmaya ve/ya bu dünyada varoluşunun sorumluluğunu almaya nasıl devam edebilir?

Filmde varoluşçu felsefenin büyük sorusuna bir cevap var arayışı var gibi göründü bize. Aslında tam da -filmin bir sahnesindeki gibi- double thinking'ten, birbiriyle çelişen iki şeyi yapmaktan bahsediliyor. Yâni hiçliğe rağmen sorumluluk üstlenmeye, üstesinden gelinemez umutsuzlukla beraber ümitvar olmaya devam etmek. Yanılıyor olabilirim ama film Camus'dan fazla Beckett'ı tasdik ediyor: "Hep denedin, yenildin, bir daha yenil, daha iyi yenil."

Ranciere'i Cahil Hoca'yı yazmaya götüren aptal bir klişe vardır, Amerikalılar sıklıkla kullanır: Bir öğretmen iflah olmaz bölgedeki öğrencilerin arasına gider, başlangıçta sorunlar yaşansa da bir rol model olup çıkar. İyi yanından bakıldığında burada çevre koşulları yerli yerindeyse kişinin başarabileceğine dair -Sokrates'in erdemin öğretilebileceği teziyle Aristoteles'in eudaimonia'nın maddi şartları gerektirdiği savının mirasçısı- çekirdek bir sol fikriyat vardır. Amerikalı Demokratlara uygun bir çekirdek, genellikle başarmak yine çok Amerikan standartlarında seyretse dahi. Bu bazen dezavantajlı toplumsal gruplara Rawlsçu bir (sembolik) yeniden dağıtım faaliyeti işlevi görür: Siz de başarabilirsiniz, sistemimiz fırsat eşitliğine dayanıyor, Amerikan rüyası, show must go on. Biraz ima ettim sanıyorum: Öte yandansa bu öğretmenin rol modelliği bir otorite aracılığıyla liberal sisteme güveni tazeler. Fringe denilen kenar mahallede dezavantajlı gruplar türemiş olabilir ama bu bir istisnadır, iyi eğitimci büyük öteki süpermen gibi problemi çözecektir. Buradaki sorun, sürekli dezavantajlı grup üreten bir sisteme dokunulmamasından kaynaklandığından, o muhayyel sol çekirdek hemencecik sistem onarımına ve muhafazasına dönüşebilir, belki Amerikan demokratıyla daha muhafazakârını birleştiren bir sisteme güven...

Bu filmin yapmadığı tam da bu. Bir yedek öğretmen, rol modelliğe soyunabilecek esas oğlan-öğretmeni bile değil. Zâten boşluğa inanıyor. Amerikan toplumundaki sorunun sürekli boşluk doldurma olduğunu, (bu toplumda) manyak bir makine düzeni yanılsamasında boşluğa inanılmadığını düşünüyor (makine düzeni varoluşla, boşluk ve hiçlikle teması engellemek için kurulmuş devasa bir düzenek burada.). Kenar mahallede geçici öğretmenliğinde de rol modellik yapmıyor. Çünkü liberal sisteme güvenin trajediyi -insanın varoluşuna içkin trajediyi- ortadan kaldırdığını biliyor. Ona göre mutlu sona yol açması mümkün olmayan trajik durumlar vardır. (Lenin bir yerde iyi idealizm aptal materyalizmden eftaldir demiş.) Evet, bu dünyaya aptal bir liberal güvendense üzerinde iyi düşünülmüş bir boşluk...

The Pianist (2002) filminden tanıdığımız Adrien Brody müthiş bir oyunculuk sergiliyor. Kamera çok iyi. Filmde karakterin bilinç durumları teknolojinin imkânlarıyla muazzam bir biçimde boyutlandırılmış (Benjamin de alkışlardı), bir tür bilinç akışı tasvir edilmiş ki bu filme acayip bir çokboyutluluk etkisi katıyor. Ancak defalarca izlendiğinde layıkıyla anlaşılabileceğine dair bir izlenim yaratıyor.

Velhasıl kelam film hakikaten çok etkileyici.   

Üzerinde iyi düşünülmüş veya farkına varılmış bir boşluk sisteme liberal güvenden çok daha iyidir, tıpkı akıllı umutsuzluğun ebleh umuttan iyi olması gibi...


.

Popular Posts